Çocukların hata yapabileceklerini önceden kabullenip buna hazırlıklı olmamız gerekir. Çocuklarda “deneme-yanılma” çok etkili bir öğrenme aracıdır. Atalarımız hatasız kul olmaz demişler. Hatasız insan olmayacağına göre hatasız çocuk da olmayacaktır. Bunu kabullendiğimiz zaman çocuğun hata yapmasını normal karşılar; “deneme-yanılma” yoluyla bundan ders çıkarmasına fırsat tanımış oluruz. Çocuğun hata yapmasına izin vermez, devamlı koruyup kollar, onun adına sorumluluk alırsak; hatalı davranışın sebep sonuçlarını düşünmesine ve bundan ders çıkarmasına fırsat vermemiş oluruz.
Çocuklar yaratılışta sorumluluk almaya ve kendi işlerini görmeye yatkındır. Yeni yürümeye başlayan çocukları gözlemleyerek bunu fark edebilirsiniz. Yürürken elinden tuttuğunuz zaman, yardımınızı istemez. Elini elinizden kurtarmaya, sizin desteğiniz olmadan yürümeye çalışır. Atalarımız “çocuk düşe kalka yürümeyi öğrenir” demişler. Dikkatsiz yürüdüğünde düşüp bir yeri incinen çocuk, deneme yanılma yoluyla düşmemek için daha dikkatli bir şekilde yürümesi gerektiğini öğrenecektir. Düşecek bir yeri incinecek diye elini bırakmadığımız, düştüğü zaman bir yeri incinip incinmediğini bilmeden koşup kaldırdığımız çocuk kendi başına dikkatli yürümeyi ve düştüğü zaman kendi çabasıyla kalkmayı öğrenemez.
Okula yeni başlayan bir çocuğa “sınıfta öğretmeni dinlemezsen, ders çalışmazsan, verilen ödevleri yapmazsan, kurallara uymazsan tembel bir öğrenci olursun, sonunda zayıflarla dolu bir karne alırsın, sınıfta kalırsın” diye nasihat etmenin yeterince etkisi yoktur. Bunları ancak yaşayarak öğrenecektir. Ders çalışmadan ve ödevini yapmadan okula gittiği zaman öğretmeninden ikaz alacak veya azar işitecek, mahcup olacak, üzülecek, deneme-yanılma sonucu dersini çalışmadan ve ödevini yapmadan okula gitmenin iyi bir şey olmadığını yaşayarak öğrenmiş olacaktır.
Okula başlayan bir çocuk okuma yazma öğrenmeye çok heveslidir. Öğretmenini dikkatle dinler, verilen ödevleri özene bezene, zevkle yapar. Çocuğun gözünde öğretmen çok bilgili, önemli ve büyük bir insandır. Öğretmeninin anlattıkları mutlak doğrudur. Öğretmeni, anne ve babadan daha bilgilidir. Neyin nasıl yapılacağını öğretmen daha iyi bilir. Anne baba profesör de olsalar, ders ve ödev konusunda onların söyledikleri değil, öğretmenin söyledikleri doğrudur ve önemlidir. Anne baba yardımcı olmaya çalışırken öğretmeninden farklı bir şey söylediğinde, kabul etmez. “Hayır, öğretmenim böyle yapmamızı söyledi.” der.
Her şey yolunda giderken, çocuk yardım istemediği halde, anne baba çocuğun derslerine ve ödevlerine yardım etmeye başlar. Bazı anne babalara bu da yetmez, çocuk okuldan gelince başına dikilir, ders çalıştırır, ödevlerini yaptırır. Öyle ki çocuk bir şekilde ödevini yapmadan veya bitirmeden yatsa; öğretmenine mahcup olmasın diye ödevini yapan anne babalar vardır. Çocuk anne ve babanın çalıştırdığı dersten ve yaptırdığı ödevden aferin alınca sevinmez. Neden? Çünkü aldığı aferin kendi emeğinin karşılığı değildir.
Okulun başladığı günden itibaren anne babadan devamlı yardım alan bir çocuk şöyle düşünecektir. “Demek ki günlük derslerimle ilgilenmek ve ödevlerimi yaptırmak anne babamın görevi.” Eğer ödevini yapmadığında anne baba endişelerin, zayıf aldığında anne baba üzülürse çocukta sorumluluk ve iç denetim duygusu gelişmeyecek; kendi başına ders çalışma alışkanlığı kazanamayacaktır.
Alabama Üniversitesi’nde öğretim üyesi olan bir Türk arkadaşımızın yaşadıklarını konumuza örnek olarak verebiliriz.
“bir oyuncakçı mağazasının önünden geçerken bir anne-kız diyalogu dikkatimi çekti. Vitrine bakma bahanesiyle onlara yaklaştım, konuşmalarını dinlemeye başladım. Dinleme sırasında adının Emma olduğunu duyduğum üç-dört yaşındaki kız çocuğunun elinde, yeni alınmış, onların “teddy bear” dedikleri bir oyuncak ayıcık vardı. Emma vitrinden gözünü ayırmadan;
-Anneciğim, şu tavşan da pek cici görünüyor. Onu da alabilir miyiz?
-Hayır, şimdi olmaz. Eğer o tavşanı da alırsak, ayıcık çok üzülür. Emma beni sevmedi, onun için tavşanı istiyor diye düşünür. Bu ayıcıkla bir süre oyna, kendisini sevdiğinden emin olsun, ondan sonra düşünürüz.
-Tamam anneciğim. Ben ayıcığı seviyorum. Ona bir isim bulmamız lazım.
-Babandan da yardım isteyelim, umarım ayıcığa güzel bir isim buluruz.
-Anneciğim biraz daha oyuncaklara bakabilir miyim? Hepsi çok güzel…
-Sana iki dakika daha izin; ondan sonra gidiyoruz.
-Teşekkür ederim anneciğim.
Anne iki dakika dolduktan sonra çocuğu uyarmaya bile gerek görmeden yürümeye başladı. Emma, oyuncakları izlemeye daldığı için bir süre annesinin gittiğini fark edemedi. Farkına vardığında anne onbeş – yirmi metre kadar uzaklaşmıştı. Çocuk annesine yetişmek için koşmaya başladı. Üç dört adım atmıştı ki ayağı takılıp düştü. Ben hemen koşup çocuğu yerinden kaldırdım. Anne geri döndü, bir bana bir çocuğa baktı. Yüz ifadesi pek hoş değildi. Ben çocuğun düşmesine kızdığını düşünürken; “Bayım, çocuğu neden kaldırdınız!” dedi. Meğer kızgınlığı banaymış. Teşekkür beklerken, azar işittim.
Yabancı olduğumu anlayınca yüzü biraz yumuşadı.
“Yabancısınız galiba….”dedi.
“Evet, Türküm”dedim.
Kadın ders veren bir ses tonuyla;
“Yaptığınız doğru değil! dedi ve anlatmaya başladı.
“Çocuk eğitiminde sözlerden çok davranışlar etkilidir. Ben, kızıma iki dakika izin verdim. Haber vermeden ayrılarak, iki dakikanın ne kadar süre olduğunu ve zamanı doğru kullanmayı öğretmek istedim, bu bir. İkincisi, zamanı doğru kullanmayıp gecikerek paniğe kapıldı, böylece düşmeye kendisi sebep oldu. Emma düştüğü yerden kimsenin yardımı olmadan kalkabilecek yaşta ve yetenekte bir çocuk. Sizin yardımınıza ihtiyacı yoktu. Eğer kendisi kalabilecekken biz kaldırır, hazıra alıştırırsak; her düştüğünde kendisini kaldıracak birini arar.”
Çocuk eğitiminde kültürlere göre farklılıklar vardır. Ama çocuğun yapabileceği, üstesinden gelebileceği işlerde veya durumlarda kendisinin yapmasına fırsat verirsek aynı zamanda onun yetenek ve kabiliyetlerini geliştirmesine katkı sağlamış oluruz.
Kaynak: Çocuklara Söz Geçirme Sanatı / Ali ÇANKIRILI