Özi Kalesi, Ukranya’da, Odesa yakınlarında, Osmanlı’nın doğu Avrupa’daki kilit noktası idi. 1787 Osmanlı-Rus savaşında, Osmanlılar yine iki cephede birden savaşmak zorunda kalmıştı. Asıl ordu Nemçe (Avusturya) üzerine gitmişti. Ruslar bütün kuvvetleriyle Özi’ye yükleniyorlardı.
Mareşal Potemkin’in kumanda ettiği Rus ordusu, kaleyi karadan ve denizden kuşattı. Ruslar, gece gündüz kaleye gülle yağdırıyordu. Aşırı soğuk ve kardan ötürü bir türlü yardım alamayan Özi, altı ay kendini müdafaa etti.
Ruslar, bu muhteşem savunma karşısında çaresiz kalmıştı. Muhasarada elli bin askerini kaybeden Potemkin, kale alınırsa üç gün yağma ve katliama müsaade edeceğini söyleyerek askerlerini kışkırttı. Ocak ayının başlarında şiddeti artan kardan ötürü sular donmuştu. Rus askerleri nehir tarafındaki surlara yöneldi. Mehmetçikler son barutlarına ve kurşunlarına kadar savaştılar. Son asker de toprağa düşünce Ruslar kaleye girebildi. Moskof, iliklerine kadar sinmiş olan vahşeti savunmasız insanların üzerine kustu. Kadın, çocuk, yaşlı demeden yirmi beş bin insanı şehit ettiler.
Tahtta I.Abdülhamid Han vardı. Özi’nin düştüğünü anlatan rapor eline verildi. Rusların sivil halka yaptıklarının anlatıldığı yere gelince derin bir “ah!” çekti. Bu parçalanan bir yüreğin iniltisi idi. Buna dayanamamıştı. Kan beynine fırladı. Beyin damarları çatladı ve vücuduna felç indi. Yığılıp kalmıştı. Ve koca sultan bu büyük üzüntüye daha fazla dayanamayıp birkaç gün sonra vefat etti.
Onlar böyleydi. Milletleri için yaşar, koca bir milletin ve devletin yükünü omuzlarında taşır, mesuliyetlerini yüreklerinde duyarlardı. Devleti idare edenler, liderler böyle olmalı. Öleni, üzüleni, ezileni, fakiri kendi evladından ayrı düşünmezlerdi.
Beyin damarlarını çatlatacak mesuliyet ufkunu, vicdanı ve yüreği anlamak çok zor.